21 Eylül 2009 Pazartesi

Yastık Altı Hikayelerim (Bayram Şenliği)


Bir bayram sabahıydı.Belediyenin kent meydanında düzenlediği şenliğe gitmek için hazırlanıyordum.Bir palyaço olarak yüzüme mutluluk makyajı yapmıştım.Şehir meydanı şenlik başlamadan çok önce dolmuştu bile.
Organizatör beni görür görmez bağırdı " Palyaço gel buraya" diye. Bu adamın kesinlikle mutlu edilmeye ihtiyacı olduğunu düşünerek yanına gittim.Bana yapmam gerekenleri anlatıyordu bende dinlemiyordum.En son ki cümlesini ikinciye bağırarak tekrarladığında anlamıştım konuşmasının bittiğini; "Şimdi yerine gidebilirsin!".Yerime gitmeden önce organizatörün yüzüne şapkamda ki çicekten su fışkırtmıştım ve çocukların gülüşmeleriyle, organizatörün küfürleriyle, boyumdan büyük ayakkabılarla yerime giderken peşime de onlarca çocuğu takmış, maskaralıklar yapıyordum.
Ufacık bir çocuk peşimden koşturuyordu.Öyle tatlı koşturuyordu ki onun benim gibi rol yapmaya ihtiyacı yoktu sevimli olabilmek için.Yanıma geldiğinde kucağıma almak istedim...
Çocuk babasına dönüp, bana dokunarak baba dedi. Babasına yeni keşfettiği bir şeyi göstermek istiyordu. Belki de başka bir nedenle ama bana baba diyerek dokunması benim için zamanı durdurmuş, kalbime dokunmuştu. Kalbimde ki kanayan yarama...
Çocuk kucağımda, gözyaşlarıma anlam verememiş bir şekilde benimle ağlamaya başladı. Bir farkla o bağırarak, ben suskun.Çocuğu yere bıraktıktan sonra hiçbir şey yapamaz olmuştum. Birşey yapsam dünya başıma yıkılacak zannediyordum, gözyaşlarım sel olup akıcağını hissediyordum.Gitmeliydim.Duramazdım artık. Kendime sürekli "git burdan" deyip durdum.Arkamı döndüm, çocuğun ağlaması kesilir gibi oldu.Tam zamanı deyip arkama bakmadan ordan ayrıldım.En son hatırladığım organizatörün arkamdan "nereye gidiyorsun, işe yaramaz palyaço" diye bağırışı...
Dönüp anlatamazdım ki; ailemi trafik kazasında kaybettiğimi.Eşimi, çocuklarımı nasıl kaybettiğimi düşünemiyordum bile ki nasıl anlatayım.Oradan neden çekip gittiğimi anlatsam da anlayacak bir insana benzemiyordu.
Bir daha mutluluk maskesi takıpda, çocuklara yakın olamadım.Kaybettiklerimin acısını tekrar yaşar mıyım diye?
Bir bayram sabahı çoşkusunda, boynu bükük eskimiş palyaçonun hatırası...

20 Eylül 2009 Pazar

Ramazan Bayramı Tebrik Kartı


Koskoca bir yaz mevsimini hiç birşey yazmadan geçirmiş olmanın verdiği üzüntüyle, Ramazan Bayramınız Mübarek Olsun! Niye, Neden yazmadı diye düşünenler varmıdır bilemem ama hatırı sayılır okuyucu kaybettiğim kesin.94 kişi sayfamın adresini tarayıcısına direkt yazıp sayfama girerken, bu sayı 14'de düşmüş durumda.Artık geri dönüş yapma vakti gelmişti, değilmi?

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Mum Işığında Hayaller

Çok fazla sigara içmeye başladım yine.Stresten olsa gerek.
Sigaranın dumanını çeksin diye yaktığım mum ve gecenin karanlığı... Mum ışığında hayaller kuruyorum; gecenin karanlığı kadar koyu, mum ışığı kadar cılız. Belli belirsiz silüetini canlandırıyorum, mum ışığının üzerinde hafifce salınan sigaramın dumanında.Özlemle akan gözyaşımı tekrar yerine sokmaya çalışıyorum.Gerisi geriye gitmiyor işte, ne zaman, ne gözyaşı... Kalbimin gözyaşıyla buluşması, zamana yenik hayaller...
Uzağa dalıyor gözlerim, mum ışığından öteye, kalbimi acıtan duygularla oluşan kelimelerin mahremi esrarıyla...
Orhan Veli şiirleri dolaşıyor beynimde;
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,

Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?

Orhan Veli KANIK
Ah be Orhan ağabey, sevdaya mı tutulduk yoksa?
Kelimeler yitip giderken beynimden, acıyı, hüznü, sensizliği yaşıyorum.Hayallerde, rüyalarda buluşmak üzere...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Acılarla Varoluş


Hayatın acıları olduğunu kabul etmek istemeyiz.Her nedense! Hayatın temeli acı üstüne kurulu olduğunu anladığımda çok küçüktüm. Şimdilerde ise mazoşist olduğumu düşünderecek şekilde bunu kabullenmiş, acıların içinde mutlu olmaya çalışıyorum. Hayat acılar içinde mutluluğu aradığın varoluş süreci...
Öyle bir şey ki hayatın acıları, bazen tamamen acılara kodlanmış gibi hissettiriyor. Mazide ki güzel hatıralar bile acı verebiliyor insana. Mazide ki insanları özlemekten dolayı da olabilir, şimdi o yaşadıklarından çok uzakta olduğun içinde olabilir, olabilir de olabilir her türlü etkenden acı duyabilirsin. Bazı duygular tarifsizdir ama bazen duygularının özünü keşfetmeye çalıştığında acıyle yüzleştiğinde derin bir hüzün kaplar her yanını, derbeder şarkılarda bulmaya başlarsın kendini. Yaşam anlamsızlaşsa da yaşayacakların vardır, yaşamak istediklerin, hayallerin...
Bu kadar ahlam kesmişken, insan nasıl mutlu olur peki, her yanını acı sarmışken!
Mutluluk zannedildiği gibi uzakta olan bir durum değil. Mutlu edicek herhangi bir şeye de ihtiyaç yok aslında.İnsanın mutlu olmayı istemesi yeterli. Mutluluk insanın kafasında. Her şey aslında kafamızda; hayatı algıladığımız, anlamlandırdığımız şekilde. Hal böyleyse hayatı mutlu bir şekilde algılamak insanı mutlu etmeye yeter. Kimi insanlar görürsünüz, başlarına o kadar kötü şeyler gelmiştir ama hala hayata sıkı sıkıya sarılmışlardır ve bu sıkıntılarından kurtulmanın mutluluğunu yaşıyorlardır.
Anlattığım gibi basit olmadığını kabul etsem de, fazlasıyla da ahkam kestiğimin farkında olsam da son zamanlarda etrafımda ki insanların mutsuzluğu, hatta okuduğum bloglarda bile bir hüzün havası hakim olması, böyle ahkam kesmeye sürükledi.İnsanların mutlu olabilmesini istiyorum...
Mutluluğun zincirleme etkisiyle mutluluğuma mutluluk katmak istiyorum. Mutluluğumdan bir şeyler eksiltmesin hiç bir şey...
Rüzgarın tenini okşayışını hissetmek, güneş batımı veyahut doğuşunda ki renk oyunlarında çocuk olduğunu hayal etmek, yeni ümitler bulmak batan güneşin ardından doğacak yeni günde veyahut günün başlangıcında ki doğan güneşte...
Ne bileyim; yaşadığını hissettirecek her şeyle mutlu olabilmek işte. Mutlu olduğunuzu, her şeyin daha güzel olacağını düşleyin...
Dipnot olarak bu konuda bilirkişi değilim.Nacizane kendi düşüncelerimdir. Herkesin mutlu olabileceği bir dünya ümidiyle...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Seviyorum Sevmiyorum

Nil Karaibrahimgil, seviyorum sevmiyorum şarkısıyla yine kasıp kavuruyor. Şarkı kadar klibi de çok güzel.
Gezergen Ekibiyle yaptığı röportajda; pençelerin patileşmeden görüşmeyelim demiş arkadaşı :) Çok agresifmiş bu sıralar...
Tabii gönül isterdi ki böyle bir röportajı yapıpda, bir iki kelime bile olsa onun ağzından bir şeyleri burada yayınlayabileydim. İşte Nil Karaibrahimgil'in, Gezergen'le röportajı sürmanşet ilan edeydim.Malesef, hayal işte...
Yazı kendi sitesinden alıntıdır.Bu arada muhakkak girip dolaşılası bir site. Orjinal tasarımıyla, içeriği ile dolu dolu bir site; son klibi seviyorum sevmiyorum klibi baştan sona seyredebiliyorsunuz, yarımda olsa şarkılarını dinleyebiliyorsunuz, yaşamından kesitler sunduğu videoları, siteyi daha aktif hale getiren yazıları...

5 Mayıs 2009 Salı

İçimizdeki Sır

Bir Kızılderili masalında denir ki;
Kainatın yaratılışı tamamlanmış sıra insana gelmişti. Yaratıcı insanı yaratmadan önce bütün varlıklara seslendi: " insanlar hazır oluncaya kadar onlardan bir sırrı saklamak istiyorum. Bu sır, onların kendi yaratılış hakikatidir. Sizce bu sırrı nereye saklayayım?"
Kartal söz aldı: " Bana ver Allah'ım, onu aya götüreyim."
Yaratıcı "hayır" dedi, "bir gün gelir, oraya da giderler ve onu kolayca bulabilirler."
Som balığı "onu okyanusların derinliklerine gömeyim Allah'ım" diye teklif etti.
Yaratıcı "orada da rahatlıkla bulabilirler" cevabını verdi.
Buffalo "onu büyük düzlüklere gömeyim" dedi.
Ama yaratıcı yine "hayır" dedi. "Orada da kolaylıkla bulabilirler".
Yeryüzünün koynunda yaşayan ve maddi gözleriyle değil manevi gözleriyle gören köstebek söz aldı: "O sırrı insanların içine koy Allah'ım."
Yaratıcı , ta baştan, varlıklara sormadan önce zaten uygun gördüğü bu yöntemi köstebeğin dilinden duyduğu için memnun oldu ve öyle de yaptı. Yaratılışlarının sırrı, artık herbir insanın kendi içindeydi ve onu bulabilmek için çok çaba harcamaları gerekecekti.



Resim 1x'den alınmıştır. Fotografçı Lifeware'dir.