Geçen sene yazdığım yazının geçerliliğini yitirmediğini farkedince ve hala yazdıklarımın arkasında durunca eskisinin sadece tarihlerini değiştirerek yayınlamaya karar verdim. 2008'e veda yazımı okuyup karşılaştırabilirsiniz.Yaşanmış ve bitmiş bir süreç 2009...
Yine politik çalkantılarla, savaşlarla, kana bulanmış 2008 üzerine neler anlatılabilir ki... Hepsi sinir bozucu.
Tarih denilen şey; anların sayısal değer kazanıp, bizlerin her geçen anı imgeleştirebildiğimiz bir kavramın yıllar hanesinde 1 sayı artmasıyla yeni umutlar hayal etmek, hayalperestlikten öte bir şey değil.
2009 bitti ve 2010'la yeni bir sürece girildiğini farzedenler, yeni bir süreç filan söz konusu değil var olan süreç devam etmekde, kıyım ve acıları hergeçen gün daha da artmakta.
Ben de 2010'un 2009'den daha iyi geçeceğini düşleyebilmek isterdim.Olmayacağını bile bile de bunun hayalini kuramıyorum.2010'un daha iyi geçebilmesi için sadece ve sadece çözümlere ihtiyacımız olduğu kesin.Ancak sorunlarımızı halletmek yerine mevcut sorunlara hep yenileri eklenmekte, sürekli sorunlar türetilmekte, bu arada bir şeyler arada kaynatılmakta ve sonrasında da karşımıza daha büyük sorunlar olarak çıkmakta.
Neticede kaos ortamı...
Ben 2009'u hiç sevmedim, 2010'dan da umutlu değilim, kesin depresyondayım :)
Uzun lafın kısası iyi veya kötü yaşanan 2009, hoşgelmesi beklenen 2010.
30 Aralık 2009 Çarşamba
29 Aralık 2009 Salı
Bu Resimler Başka Yerde Yok
Tv kanallarında yaparlar ya hani ilk kez yayınlıyoruz, bu görüntüler başka yerde yok diye çığırtkanlık yaparlar ya işte öyle bir başlıkla kendi çektiğim resimleri gururla yayınlıyorum. Çok matah resimler olmasa da kendi çektiğim resimler olunca çığırtkanlık yapıyorum ister istemez.
26 Aralık 2009 Cumartesi
Yılbaşı İçin Kartpostal
25 Aralık 2009 Cuma
Avatar
Reklamı yapılmaya başlanıldığından beri dört gözle beklediğim bir filmdi. Filmin güzel olucağından emindim ve yanılmadım.Film müthiş güzel, çok beğendim.
Gerek senaryosuyla, gerek animasyonlarıyla, gerekse oyuncularıyla şu ana kadar ki en pahalı film olma ünvanını hakkıyla taşıyacağını düşünüyorum.
3 boyutlu olması filmin sahnelerini filmin içindeymişcesine yaşatıyor. 3 boyutlu olmasaydı da sahneler o kadar iyi ki yine de filmin içinde yaşıyor havasında seyredersiniz.Filmin içinde yaşıyor olabilmeniz için 3 boyutlu olması şart ama galiba. Kesinlikle sinemada 3 boyutlu olarak seyredilmesi gereken bir film...
Gerek senaryosuyla, gerek animasyonlarıyla, gerekse oyuncularıyla şu ana kadar ki en pahalı film olma ünvanını hakkıyla taşıyacağını düşünüyorum.
3 boyutlu olması filmin sahnelerini filmin içindeymişcesine yaşatıyor. 3 boyutlu olmasaydı da sahneler o kadar iyi ki yine de filmin içinde yaşıyor havasında seyredersiniz.Filmin içinde yaşıyor olabilmeniz için 3 boyutlu olması şart ama galiba. Kesinlikle sinemada 3 boyutlu olarak seyredilmesi gereken bir film...
Resmi Sitesi : http://www.avatarmovie.com/
Flickr'da Resimlerinin Adresi : http://www.flickr.com/photos/officialavatarmovie
Flickr'da Resimlerinin Adresi : http://www.flickr.com/photos/officialavatarmovie
24 Aralık 2009 Perşembe
Yılbaşı için Resimler
23 Aralık 2009 Çarşamba
Kapalı Çarşı
O kadar çok entrikalı yapımları seyretmeye alıştık ki, dozunda giden entrikaları seyretmek istemediler galiba.
Bir diziye de böyle destek çıkmaya çalışacağımı da hiç tahmin etmezdim.Demek ki methedebileceğim dizi de çekilecekmiş de methedecekmişim.
Dizide ki Olgun Şimşek'in müthiş çıkış yaptığı şarkısını paylaşmak lazım değil mi?
Buyrun şarkısı da aşağıda tıklayın dinleyin derim.
21 Aralık 2009 Pazartesi
Güneş
Renkler ışığın kırılmasıyla oluşuyorsa, dünyamızın ne kadar renkli olduğu ışığın ne kadar kırıldığı mıdır? Hiç zannetmiyorum. Bence ne kadar ışığa sahip olduğumuzla alakalı. Mum ışığında yaşarken ne kadar renkli bir hayatımız olabilir ki?
Işık eşit renkse, renkli bir dünya için ışığa ihtiyacımız var.Mumla dünyayı aydınlatabilir miyiz? Tabii ki hayır.Günü aydınlatan, her kör noktaya ulaşabilen güneş ışığına ihtiyacımız var.
Işığın olmadığı durumda karanlıktaysak; ışıklar söndü işte, karanlıktayız.Karanlıktan kurtulmak için ışıkları mı açıcaksın? Aydınlanabilecek misin peki? Dünyanı, yarınlarını ışıkları açmakla aydınlatabilecek misin? Aydınlanmak için güneşe ihtiyacımız var.Her zaman aydınlığı yaşamak istiyorsak, güneşi tepemizden eksik etmemeliyiz. Güneşi başımızdan eksik etmek istemiyorsak batıya doğru yürümeliyiz ki güneşin istikametinde hareket etmiş olalım.Batıdan da kasıt budur. Batı avrupa değildir. Batı güneşi tepemizden eksik etmemek için yürümemiz gereken yöndür.Doğuya doğru gittikce, ilk önce batan güneşin, karanlığa doğru gittiğimizi işaret edercesine önümüzde oluşturduğu gölgemizi görürüz.Sonrası tabii ki karanlık...
Aydınlıklar için güneşe doğru yürümeliyiz, sadece güneşe...
17 Aralık 2009 Perşembe
30 Ekim 2009 Cuma
Mutluluğa Dair
Mutluğun sevgide saklı olduğunu bildiğinizi biliyorum ama yazasım geldi; mutluluk sevgide saklı. İnsan sevmediği bir şeyle nasıl mutlu olabilir ki?
Hal böyleyken insanlar mutluluğu, sevgiyi, huzuru v.s. arayışı içersinde ama nedense hep yanlış hedefler belirleyerek arıyor. Ben doğru hedefler belirleye biliyor muyum? Hedef bile belirleyemiyorum ya neyse. Anca ahkam keserim. Maksat düşüncelerimle birilerine ilham verebilmek.
Herneyse anlatmak istediğim mutluluk sevgide gizliyse, sevgi manevi olan değerlerle oluşuyorsa, niye maddiyatta ararız mutluluğu, sevgiyi? Niye ama niye ? İnsanın parası, evi, arabası olunca daha mı mutlu oluyor? İnsanın maddiyatla mutlu olabileceğine asla inanmadım. Anca anlık mutluluklar elde edebilir. Sonrası sıkıntıdan ibaret.
Daha anlaşılır olmak gerekirse kızların evlenilecek erkek kriterlerinden bahsetmek isterim.
Evlenilecek Erkek Kriterleri
- Daimi İşi olmalı (Bu kriter son zamanlarda ki kriz dolayısıyla böyle, yoksa doktor, mühendis gibi üst düzey işi olmalıydı. )
- SSK Emekli Sandığı gibi sosyal güvenlik durumu olmalı ve emekli olabilmeli.
- Evi Olmalı
- Arabası olmalı
Hiçkimse kendisine maddiyatçı dedirtmek istemese de durum bundan ibaret. Hedef para, maddi değerler. Bu hedefte ki amaç mutlu olmak, sevgiyi bulmak. Afedersiniz ama şöyle demeyi çok istiyorum:"Nah bulursunuz". Rahat yaşayabilirsiniz ama mutlu olamazsınız, seviyor zannettiğiniz insanın sizden nasıl nefret edebildiğini görürsünüz.
Rahat yaşayarak elde edebilecekleriniz mutsuz yaşayacağınız bir ev, mutsuz bir şekilde gezebileceğiniz bir araba, mutlu olabilmek için harcayabileceğiniz para ama mutluluğu alabilecek kadarı hiçbir zaman olmayacak kadar.Çünkü ne kadar çok paranız olursa olsun mutluluğu satın almaya yetmeyecektir.
Mutluluk sevgide, sevgi maneviyatta, maneviyat kalbimizde, ruhumuzda saklı. Aradıklarımızı saklı olduğu yerlerde aramak lazım...
15 Ekim 2009 Perşembe
21 Eylül 2009 Pazartesi
Yastık Altı Hikayelerim (Bayram Şenliği)
Bir bayram sabahıydı.Belediyenin kent meydanında düzenlediği şenliğe gitmek için hazırlanıyordum.Bir palyaço olarak yüzüme mutluluk makyajı yapmıştım.Şehir meydanı şenlik başlamadan çok önce dolmuştu bile.
Organizatör beni görür görmez bağırdı " Palyaço gel buraya" diye. Bu adamın kesinlikle mutlu edilmeye ihtiyacı olduğunu düşünerek yanına gittim.Bana yapmam gerekenleri anlatıyordu bende dinlemiyordum.En son ki cümlesini ikinciye bağırarak tekrarladığında anlamıştım konuşmasının bittiğini; "Şimdi yerine gidebilirsin!".Yerime gitmeden önce organizatörün yüzüne şapkamda ki çicekten su fışkırtmıştım ve çocukların gülüşmeleriyle, organizatörün küfürleriyle, boyumdan büyük ayakkabılarla yerime giderken peşime de onlarca çocuğu takmış, maskaralıklar yapıyordum.
Ufacık bir çocuk peşimden koşturuyordu.Öyle tatlı koşturuyordu ki onun benim gibi rol yapmaya ihtiyacı yoktu sevimli olabilmek için.Yanıma geldiğinde kucağıma almak istedim...
Çocuk babasına dönüp, bana dokunarak baba dedi. Babasına yeni keşfettiği bir şeyi göstermek istiyordu. Belki de başka bir nedenle ama bana baba diyerek dokunması benim için zamanı durdurmuş, kalbime dokunmuştu. Kalbimde ki kanayan yarama...
Çocuk kucağımda, gözyaşlarıma anlam verememiş bir şekilde benimle ağlamaya başladı. Bir farkla o bağırarak, ben suskun.Çocuğu yere bıraktıktan sonra hiçbir şey yapamaz olmuştum. Birşey yapsam dünya başıma yıkılacak zannediyordum, gözyaşlarım sel olup akıcağını hissediyordum.Gitmeliydim.Duramazdım artık. Kendime sürekli "git burdan" deyip durdum.Arkamı döndüm, çocuğun ağlaması kesilir gibi oldu.Tam zamanı deyip arkama bakmadan ordan ayrıldım.En son hatırladığım organizatörün arkamdan "nereye gidiyorsun, işe yaramaz palyaço" diye bağırışı...
Dönüp anlatamazdım ki; ailemi trafik kazasında kaybettiğimi.Eşimi, çocuklarımı nasıl kaybettiğimi düşünemiyordum bile ki nasıl anlatayım.Oradan neden çekip gittiğimi anlatsam da anlayacak bir insana benzemiyordu.
Bir daha mutluluk maskesi takıpda, çocuklara yakın olamadım.Kaybettiklerimin acısını tekrar yaşar mıyım diye?
Bir bayram sabahı çoşkusunda, boynu bükük eskimiş palyaçonun hatırası...
Organizatör beni görür görmez bağırdı " Palyaço gel buraya" diye. Bu adamın kesinlikle mutlu edilmeye ihtiyacı olduğunu düşünerek yanına gittim.Bana yapmam gerekenleri anlatıyordu bende dinlemiyordum.En son ki cümlesini ikinciye bağırarak tekrarladığında anlamıştım konuşmasının bittiğini; "Şimdi yerine gidebilirsin!".Yerime gitmeden önce organizatörün yüzüne şapkamda ki çicekten su fışkırtmıştım ve çocukların gülüşmeleriyle, organizatörün küfürleriyle, boyumdan büyük ayakkabılarla yerime giderken peşime de onlarca çocuğu takmış, maskaralıklar yapıyordum.
Ufacık bir çocuk peşimden koşturuyordu.Öyle tatlı koşturuyordu ki onun benim gibi rol yapmaya ihtiyacı yoktu sevimli olabilmek için.Yanıma geldiğinde kucağıma almak istedim...
Çocuk babasına dönüp, bana dokunarak baba dedi. Babasına yeni keşfettiği bir şeyi göstermek istiyordu. Belki de başka bir nedenle ama bana baba diyerek dokunması benim için zamanı durdurmuş, kalbime dokunmuştu. Kalbimde ki kanayan yarama...
Çocuk kucağımda, gözyaşlarıma anlam verememiş bir şekilde benimle ağlamaya başladı. Bir farkla o bağırarak, ben suskun.Çocuğu yere bıraktıktan sonra hiçbir şey yapamaz olmuştum. Birşey yapsam dünya başıma yıkılacak zannediyordum, gözyaşlarım sel olup akıcağını hissediyordum.Gitmeliydim.Duramazdım artık. Kendime sürekli "git burdan" deyip durdum.Arkamı döndüm, çocuğun ağlaması kesilir gibi oldu.Tam zamanı deyip arkama bakmadan ordan ayrıldım.En son hatırladığım organizatörün arkamdan "nereye gidiyorsun, işe yaramaz palyaço" diye bağırışı...
Dönüp anlatamazdım ki; ailemi trafik kazasında kaybettiğimi.Eşimi, çocuklarımı nasıl kaybettiğimi düşünemiyordum bile ki nasıl anlatayım.Oradan neden çekip gittiğimi anlatsam da anlayacak bir insana benzemiyordu.
Bir daha mutluluk maskesi takıpda, çocuklara yakın olamadım.Kaybettiklerimin acısını tekrar yaşar mıyım diye?
Bir bayram sabahı çoşkusunda, boynu bükük eskimiş palyaçonun hatırası...
20 Eylül 2009 Pazar
Ramazan Bayramı Tebrik Kartı
Koskoca bir yaz mevsimini hiç birşey yazmadan geçirmiş olmanın verdiği üzüntüyle, Ramazan Bayramınız Mübarek Olsun! Niye, Neden yazmadı diye düşünenler varmıdır bilemem ama hatırı sayılır okuyucu kaybettiğim kesin.94 kişi sayfamın adresini tarayıcısına direkt yazıp sayfama girerken, bu sayı 14'de düşmüş durumda.Artık geri dönüş yapma vakti gelmişti, değilmi?
25 Mayıs 2009 Pazartesi
Mum Işığında Hayaller
Çok fazla sigara içmeye başladım yine.Stresten olsa gerek.
Sigaranın dumanını çeksin diye yaktığım mum ve gecenin karanlığı... Mum ışığında hayaller kuruyorum; gecenin karanlığı kadar koyu, mum ışığı kadar cılız. Belli belirsiz silüetini canlandırıyorum, mum ışığının üzerinde hafifce salınan sigaramın dumanında.Özlemle akan gözyaşımı tekrar yerine sokmaya çalışıyorum.Gerisi geriye gitmiyor işte, ne zaman, ne gözyaşı... Kalbimin gözyaşıyla buluşması, zamana yenik hayaller...
Uzağa dalıyor gözlerim, mum ışığından öteye, kalbimi acıtan duygularla oluşan kelimelerin mahremi esrarıyla...
Orhan Veli şiirleri dolaşıyor beynimde;
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?
Kelimeler yitip giderken beynimden, acıyı, hüznü, sensizliği yaşıyorum.Hayallerde, rüyalarda buluşmak üzere...
Sigaranın dumanını çeksin diye yaktığım mum ve gecenin karanlığı... Mum ışığında hayaller kuruyorum; gecenin karanlığı kadar koyu, mum ışığı kadar cılız. Belli belirsiz silüetini canlandırıyorum, mum ışığının üzerinde hafifce salınan sigaramın dumanında.Özlemle akan gözyaşımı tekrar yerine sokmaya çalışıyorum.Gerisi geriye gitmiyor işte, ne zaman, ne gözyaşı... Kalbimin gözyaşıyla buluşması, zamana yenik hayaller...
Uzağa dalıyor gözlerim, mum ışığından öteye, kalbimi acıtan duygularla oluşan kelimelerin mahremi esrarıyla...
Orhan Veli şiirleri dolaşıyor beynimde;
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?
Orhan Veli KANIK
Ah be Orhan ağabey, sevdaya mı tutulduk yoksa?Kelimeler yitip giderken beynimden, acıyı, hüznü, sensizliği yaşıyorum.Hayallerde, rüyalarda buluşmak üzere...
23 Mayıs 2009 Cumartesi
14 Mayıs 2009 Perşembe
Acılarla Varoluş
Hayatın acıları olduğunu kabul etmek istemeyiz.Her nedense! Hayatın temeli acı üstüne kurulu olduğunu anladığımda çok küçüktüm. Şimdilerde ise mazoşist olduğumu düşünderecek şekilde bunu kabullenmiş, acıların içinde mutlu olmaya çalışıyorum. Hayat acılar içinde mutluluğu aradığın varoluş süreci...
Öyle bir şey ki hayatın acıları, bazen tamamen acılara kodlanmış gibi hissettiriyor. Mazide ki güzel hatıralar bile acı verebiliyor insana. Mazide ki insanları özlemekten dolayı da olabilir, şimdi o yaşadıklarından çok uzakta olduğun içinde olabilir, olabilir de olabilir her türlü etkenden acı duyabilirsin. Bazı duygular tarifsizdir ama bazen duygularının özünü keşfetmeye çalıştığında acıyle yüzleştiğinde derin bir hüzün kaplar her yanını, derbeder şarkılarda bulmaya başlarsın kendini. Yaşam anlamsızlaşsa da yaşayacakların vardır, yaşamak istediklerin, hayallerin...
Bu kadar ahlam kesmişken, insan nasıl mutlu olur peki, her yanını acı sarmışken!
Mutluluk zannedildiği gibi uzakta olan bir durum değil. Mutlu edicek herhangi bir şeye de ihtiyaç yok aslında.İnsanın mutlu olmayı istemesi yeterli. Mutluluk insanın kafasında. Her şey aslında kafamızda; hayatı algıladığımız, anlamlandırdığımız şekilde. Hal böyleyse hayatı mutlu bir şekilde algılamak insanı mutlu etmeye yeter. Kimi insanlar görürsünüz, başlarına o kadar kötü şeyler gelmiştir ama hala hayata sıkı sıkıya sarılmışlardır ve bu sıkıntılarından kurtulmanın mutluluğunu yaşıyorlardır.
Anlattığım gibi basit olmadığını kabul etsem de, fazlasıyla da ahkam kestiğimin farkında olsam da son zamanlarda etrafımda ki insanların mutsuzluğu, hatta okuduğum bloglarda bile bir hüzün havası hakim olması, böyle ahkam kesmeye sürükledi.İnsanların mutlu olabilmesini istiyorum...
Mutluluğun zincirleme etkisiyle mutluluğuma mutluluk katmak istiyorum. Mutluluğumdan bir şeyler eksiltmesin hiç bir şey...
Rüzgarın tenini okşayışını hissetmek, güneş batımı veyahut doğuşunda ki renk oyunlarında çocuk olduğunu hayal etmek, yeni ümitler bulmak batan güneşin ardından doğacak yeni günde veyahut günün başlangıcında ki doğan güneşte...
Ne bileyim; yaşadığını hissettirecek her şeyle mutlu olabilmek işte. Mutlu olduğunuzu, her şeyin daha güzel olacağını düşleyin...
Dipnot olarak bu konuda bilirkişi değilim.Nacizane kendi düşüncelerimdir. Herkesin mutlu olabileceği bir dünya ümidiyle...
9 Mayıs 2009 Cumartesi
Seviyorum Sevmiyorum
Nil Karaibrahimgil, seviyorum sevmiyorum şarkısıyla yine kasıp kavuruyor. Şarkı kadar klibi de çok güzel.
Gezergen Ekibiyle yaptığı röportajda; pençelerin patileşmeden görüşmeyelim demiş arkadaşı :) Çok agresifmiş bu sıralar...
Tabii gönül isterdi ki böyle bir röportajı yapıpda, bir iki kelime bile olsa onun ağzından bir şeyleri burada yayınlayabileydim. İşte Nil Karaibrahimgil'in, Gezergen'le röportajı sürmanşet ilan edeydim.Malesef, hayal işte...
Yazı kendi sitesinden alıntıdır.Bu arada muhakkak girip dolaşılası bir site. Orjinal tasarımıyla, içeriği ile dolu dolu bir site; son klibi seviyorum sevmiyorum klibi baştan sona seyredebiliyorsunuz, yarımda olsa şarkılarını dinleyebiliyorsunuz, yaşamından kesitler sunduğu videoları, siteyi daha aktif hale getiren yazıları...
Gezergen Ekibiyle yaptığı röportajda; pençelerin patileşmeden görüşmeyelim demiş arkadaşı :) Çok agresifmiş bu sıralar...
Tabii gönül isterdi ki böyle bir röportajı yapıpda, bir iki kelime bile olsa onun ağzından bir şeyleri burada yayınlayabileydim. İşte Nil Karaibrahimgil'in, Gezergen'le röportajı sürmanşet ilan edeydim.Malesef, hayal işte...
Yazı kendi sitesinden alıntıdır.Bu arada muhakkak girip dolaşılası bir site. Orjinal tasarımıyla, içeriği ile dolu dolu bir site; son klibi seviyorum sevmiyorum klibi baştan sona seyredebiliyorsunuz, yarımda olsa şarkılarını dinleyebiliyorsunuz, yaşamından kesitler sunduğu videoları, siteyi daha aktif hale getiren yazıları...
5 Mayıs 2009 Salı
İçimizdeki Sır
Bir Kızılderili masalında denir ki;
Resim 1x'den alınmıştır. Fotografçı Lifeware'dir.
Kainatın yaratılışı tamamlanmış sıra insana gelmişti. Yaratıcı insanı yaratmadan önce bütün varlıklara seslendi: " insanlar hazır oluncaya kadar onlardan bir sırrı saklamak istiyorum. Bu sır, onların kendi yaratılış hakikatidir. Sizce bu sırrı nereye saklayayım?"
Kartal söz aldı: " Bana ver Allah'ım, onu aya götüreyim."
Yaratıcı "hayır" dedi, "bir gün gelir, oraya da giderler ve onu kolayca bulabilirler."
Som balığı "onu okyanusların derinliklerine gömeyim Allah'ım" diye teklif etti.
Yaratıcı "orada da rahatlıkla bulabilirler" cevabını verdi.
Buffalo "onu büyük düzlüklere gömeyim" dedi.
Ama yaratıcı yine "hayır" dedi. "Orada da kolaylıkla bulabilirler".
Yeryüzünün koynunda yaşayan ve maddi gözleriyle değil manevi gözleriyle gören köstebek söz aldı: "O sırrı insanların içine koy Allah'ım."
Yaratıcı , ta baştan, varlıklara sormadan önce zaten uygun gördüğü bu yöntemi köstebeğin dilinden duyduğu için memnun oldu ve öyle de yaptı. Yaratılışlarının sırrı, artık herbir insanın kendi içindeydi ve onu bulabilmek için çok çaba harcamaları gerekecekti.
Kartal söz aldı: " Bana ver Allah'ım, onu aya götüreyim."
Yaratıcı "hayır" dedi, "bir gün gelir, oraya da giderler ve onu kolayca bulabilirler."
Som balığı "onu okyanusların derinliklerine gömeyim Allah'ım" diye teklif etti.
Yaratıcı "orada da rahatlıkla bulabilirler" cevabını verdi.
Buffalo "onu büyük düzlüklere gömeyim" dedi.
Ama yaratıcı yine "hayır" dedi. "Orada da kolaylıkla bulabilirler".
Yeryüzünün koynunda yaşayan ve maddi gözleriyle değil manevi gözleriyle gören köstebek söz aldı: "O sırrı insanların içine koy Allah'ım."
Yaratıcı , ta baştan, varlıklara sormadan önce zaten uygun gördüğü bu yöntemi köstebeğin dilinden duyduğu için memnun oldu ve öyle de yaptı. Yaratılışlarının sırrı, artık herbir insanın kendi içindeydi ve onu bulabilmek için çok çaba harcamaları gerekecekti.
Resim 1x'den alınmıştır. Fotografçı Lifeware'dir.
30 Nisan 2009 Perşembe
Şehir Efsanesi; Salıncakların Ruhu
Bizim buralarda bir şehir efsanesi vardır, salıncakların ruhu diye...
Günümüzden çok önceleri, 2. dünya savaşı sıralarında bir bölük alman askeri her nasıl olduysa resimde ki yere gelmişler.Buranın yerli insanları ve nerden geldiği belli olmayan bir grup alman askeri arasında arbede çıkmış.Küçük bir çocuk anlam veremediği bu arbededen hem korkuyormuş, hemde durdurmaya çalışıyormuş.En son babasının bacağına sarılmış ama babası çocuğunu düşünmeden düşman gördüğü askerlere saldırmak için üzerlerine koşturmuş. Yediği süngü darbeleri sonrası baba oracıkta ölmüş.Çocuk babasının cansız bedenine sarılmış bir şekilde "N'olur durun diye yalvarmaya başlamış". O an ki durum itibariyle bir an her şey durmuş. Herkes biz n'apıyoruz düşünceleriyle çocuğa bakıyormuş. O anın tanıklarının tarifine göre şeytana benzeyen bir alman askeri, süngüsünü koşturarak çocuğun kalbine saplamış. Süngüsünü sapladığı anda da çocuğun üstüne öyle bir gürültüyle yıldırım düşmüş ki göğün üstlerine düştüğünü sanmışlar. Her şey yanmaya başlamış ve kül olmuş. Olaydan canlı kurtulabilen 1 kişinin anlatımıyla günümüze kadar unutulmadan gelmiş. Her sene şubat ayının 10'uyla 20'si arasında buralarda garip olaylara tanık olunurmuş.Özellikle bu günlerde salıncaklara binenler garip şeyler görürmüş.Buraya ev yapılamamasından buraya salıncak konulmuş. Bazen salıncaklar gecenin bir yarısı kendi kendine sallanır. Temiz kalpli olanlar salıncaktakileri görebiliyormuş. Ruhların salıncaklarda yaşadığına inanan mahalle insanı hikayeyi salıncakların ruhu var biliyor musun diye anlatmaya başlar.
Benim geçen sene çektiğim fotografta çok sonralar farkettim, garip şekiller var.Dikkatli bakılması gerekiyor.
Resmin büyük halini üzerine tıklayıp daha net görebilirsiniz.
Günümüzden çok önceleri, 2. dünya savaşı sıralarında bir bölük alman askeri her nasıl olduysa resimde ki yere gelmişler.Buranın yerli insanları ve nerden geldiği belli olmayan bir grup alman askeri arasında arbede çıkmış.Küçük bir çocuk anlam veremediği bu arbededen hem korkuyormuş, hemde durdurmaya çalışıyormuş.En son babasının bacağına sarılmış ama babası çocuğunu düşünmeden düşman gördüğü askerlere saldırmak için üzerlerine koşturmuş. Yediği süngü darbeleri sonrası baba oracıkta ölmüş.Çocuk babasının cansız bedenine sarılmış bir şekilde "N'olur durun diye yalvarmaya başlamış". O an ki durum itibariyle bir an her şey durmuş. Herkes biz n'apıyoruz düşünceleriyle çocuğa bakıyormuş. O anın tanıklarının tarifine göre şeytana benzeyen bir alman askeri, süngüsünü koşturarak çocuğun kalbine saplamış. Süngüsünü sapladığı anda da çocuğun üstüne öyle bir gürültüyle yıldırım düşmüş ki göğün üstlerine düştüğünü sanmışlar. Her şey yanmaya başlamış ve kül olmuş. Olaydan canlı kurtulabilen 1 kişinin anlatımıyla günümüze kadar unutulmadan gelmiş. Her sene şubat ayının 10'uyla 20'si arasında buralarda garip olaylara tanık olunurmuş.Özellikle bu günlerde salıncaklara binenler garip şeyler görürmüş.Buraya ev yapılamamasından buraya salıncak konulmuş. Bazen salıncaklar gecenin bir yarısı kendi kendine sallanır. Temiz kalpli olanlar salıncaktakileri görebiliyormuş. Ruhların salıncaklarda yaşadığına inanan mahalle insanı hikayeyi salıncakların ruhu var biliyor musun diye anlatmaya başlar.
Benim geçen sene çektiğim fotografta çok sonralar farkettim, garip şekiller var.Dikkatli bakılması gerekiyor.
Resmin büyük halini üzerine tıklayıp daha net görebilirsiniz.
Gezergen Hayal Mahsülleri Ofisi
25 Nisan 2009 Cumartesi
Veryansın Alayına
Kaldırıma park eden arabalara...
(Altyapısı eksik yapılaşmamızda, belediyelerin her yaptığı otopark'ı alkışlıyorum.)
Yayayken, ehliyeti nerden aldın diye şöferlere veryansın edenlere,
Şöfer koltuğunda veyahut yamacında otururken de şu yayalarda yolda yürümeyi bilmiyorlar diyenlere...
(insanlık halidir diye hoşgörü gösterebilenleri alkışlıyorum.)
Kaldırımda kimsenin yürümediğini zanneden, ayaküstü muhabbet edenlere...
(Gel kenara deyip muhabbetin akışını hemen yan tarafta devam ettirip, kaldırımdan insanların geçmesini sağlayan insanları alkışlıyorum.)
Veryansınım gözümle gördüğüm yere en fazla 5 dakikamı alıcakken yarım saatte gitmemi sağlayanlara...
Araba yürümüyor bari, ayaklarımı kullanayım dedim, ne fayda! Kimisi kaldırımı parsellemiş konuşuyorlar, kimisi arabasını park etmiş, engelli koşu parkuru mübarek. Koş emrah, koş...
Bugünkü parkuru başarılı bir şekilde bitirdikten sonra Wipeout'da başarılı olabileceğim inancı geldi.Katılsam mı acaba?
(Altyapısı eksik yapılaşmamızda, belediyelerin her yaptığı otopark'ı alkışlıyorum.)
Yayayken, ehliyeti nerden aldın diye şöferlere veryansın edenlere,
Şöfer koltuğunda veyahut yamacında otururken de şu yayalarda yolda yürümeyi bilmiyorlar diyenlere...
(insanlık halidir diye hoşgörü gösterebilenleri alkışlıyorum.)
Kaldırımda kimsenin yürümediğini zanneden, ayaküstü muhabbet edenlere...
(Gel kenara deyip muhabbetin akışını hemen yan tarafta devam ettirip, kaldırımdan insanların geçmesini sağlayan insanları alkışlıyorum.)
Veryansınım gözümle gördüğüm yere en fazla 5 dakikamı alıcakken yarım saatte gitmemi sağlayanlara...
Araba yürümüyor bari, ayaklarımı kullanayım dedim, ne fayda! Kimisi kaldırımı parsellemiş konuşuyorlar, kimisi arabasını park etmiş, engelli koşu parkuru mübarek. Koş emrah, koş...
Bugünkü parkuru başarılı bir şekilde bitirdikten sonra Wipeout'da başarılı olabileceğim inancı geldi.Katılsam mı acaba?
24 Nisan 2009 Cuma
Hayatın Bir Saniyesi
Sorarım size;
Hayatımızın bir saniyesinde ki mutluluğu sonsuza yayabilir miyiz?
Havaya sıçradığımızda havada asılı kaldığımız o bir saniyeyi sonsuzluğa yayabilirsek, kuşlar gibi uçmuş olur muyuz?
Sevgiliye sarıldığımızda ki huzurun, mutluluğun bir saniyesini sonsuza yayabilirsek, sevgiliyle sonsuza kadar mutlu, huzurlu olunabilir mi?
Yaşamda kaçırdığımız bir saniyeleri toplasak, farkına vardıklarımızdan çıkarsak kendimizi yaşamış hissedebilir miyiz?
Yaşamın neresinde durursak o kaçan bir saniyeleri görebiliriz?
Bizi biz yapan anılarımızın toplam saniyesi çok uzun olmadığından mı, ölürken bunları anlık bir zamanda film şeridi gibi görürüz?
Oysa ben hayatımın her saniyesini son anımda izlemek isterken, anlık mutluluklara tutunarak yaşadığımın mı farkına varıcam?
Yaşamı çok uzun zannederken, kısalığının farkına varmak kaçırdığımız zamanı geri getirebilir mi?
İçim acır, kanayan bir yara olur kaçan saniyeler, yaşamak isterken delicesine...
23 Nisan 2009 Perşembe
Yansımalar
20 Nisan 2009 Pazartesi
2009 Monopoly Turnuvası
19 Nisan Pazar günü kusursuz, güzel bir organizasyon gerçekleştiren Hasbro intertoy firmasına teşekkürlerimi sunuyorum...
2 Martda internetden yarışılmaya başlanılan, 9 Nisanda biten yarışmanın dereceye giren ilk 52'si İstanbul Otto Santral'de düzenlenen Monopoly turnuvasına katılmaya hak kazanmıştı. Otto Santral gibi çok hoş bir mekanda, kusursuz bir organizasyonla Las Vegas talihlisi belli oldu. En büyük süpriz de o günün hatırası, teselli ikramiyesi olarak dağıtılan oyunlardı. Yapılan iyi işlerin takdir edilmesi gerektiği düşüncesiyle teşekkürlerimi sunmayı bir borç bildim.Bundan sonra ki turnuva 4 yıl sonra yapılacak.
Bir sonra ki turnuvanın da bu güzellikte olması dileğiyle...
2 Martda internetden yarışılmaya başlanılan, 9 Nisanda biten yarışmanın dereceye giren ilk 52'si İstanbul Otto Santral'de düzenlenen Monopoly turnuvasına katılmaya hak kazanmıştı. Otto Santral gibi çok hoş bir mekanda, kusursuz bir organizasyonla Las Vegas talihlisi belli oldu. En büyük süpriz de o günün hatırası, teselli ikramiyesi olarak dağıtılan oyunlardı. Yapılan iyi işlerin takdir edilmesi gerektiği düşüncesiyle teşekkürlerimi sunmayı bir borç bildim.Bundan sonra ki turnuva 4 yıl sonra yapılacak.
Bir sonra ki turnuvanın da bu güzellikte olması dileğiyle...
28 Mart 2009 Cumartesi
29 Mart 2009
29 Mart 2009 yerel seçimlerine 1 gün kala düzenlemiş olduğum anketi sonlandırıyorum. Oy kullanan herkese teşekkür ederim. Sonuçlar :
Anketde kullanılan toplam oy 21
Adalet ve Kalkınma Partisi 24% (5 oy)
Cumhuriyet Halk Halk Partisi 19% (4 oy)
Saadet Partisi 5% (1 oy)
Halkın Yükşelişi Partisi 0% (0 oy)
Kararsızım 0% (0 oy)
Partilere göre dağılım bu şekildedir.
Tabii yerel seçimler olduğuna illere göre yapılması gereken bir anket olsa da sonuç ilginç DSP 7 oyla birinci çıktı anketten.
29 Mart sonucu ne olur bilinmez ama hepimize hayırlı olması dileğiyle...
Anketde kullanılan toplam oy 21
Adalet ve Kalkınma Partisi 24% (5 oy)
Cumhuriyet Halk Halk Partisi 19% (4 oy)
Saadet Partisi 5% (1 oy)
Halkın Yükşelişi Partisi 0% (0 oy)
Kararsızım 0% (0 oy)
Partilere göre dağılım bu şekildedir.
Tabii yerel seçimler olduğuna illere göre yapılması gereken bir anket olsa da sonuç ilginç DSP 7 oyla birinci çıktı anketten.
29 Mart sonucu ne olur bilinmez ama hepimize hayırlı olması dileğiyle...
17 Mart 2009 Salı
Gönül Kapısı...
19'uncu yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt'ın, bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisi'nde sergileniyordu.
Hunt'ın "Evrenin Işığı" adını verdiği bu tabloda gece elinde bir fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı.Adam, öteki eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden sanki bir yanıt bekliyormuşçasına duruyordu. Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunt'a döndü:
— Güzel bir tablo doğrusu, ama anlamını bir türlü kavrayamadım Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da...
Hunt gülümsedi:
— Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki... dedi ve tablosunun anlamını açıkladı.
"Bu kapı, insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışında kapı kolu gerekmiyor... Ayrıca, önemli olan bu kapı açıldıktan sonrası....!!!..... Kapının sana her zaman açık olabilmesini sağlayabilmek.. O kapı size içerden açılmamışsa giremezsiniz..”
Hunt'ın "Evrenin Işığı" adını verdiği bu tabloda gece elinde bir fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı.Adam, öteki eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden sanki bir yanıt bekliyormuşçasına duruyordu. Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunt'a döndü:
— Güzel bir tablo doğrusu, ama anlamını bir türlü kavrayamadım Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da...
Hunt gülümsedi:
— Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki... dedi ve tablosunun anlamını açıkladı.
"Bu kapı, insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışında kapı kolu gerekmiyor... Ayrıca, önemli olan bu kapı açıldıktan sonrası....!!!..... Kapının sana her zaman açık olabilmesini sağlayabilmek.. O kapı size içerden açılmamışsa giremezsiniz..”
16 Mart 2009 Pazartesi
Fantastik Sualtı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)