25 Mayıs 2009 Pazartesi

Mum Işığında Hayaller

Çok fazla sigara içmeye başladım yine.Stresten olsa gerek.
Sigaranın dumanını çeksin diye yaktığım mum ve gecenin karanlığı... Mum ışığında hayaller kuruyorum; gecenin karanlığı kadar koyu, mum ışığı kadar cılız. Belli belirsiz silüetini canlandırıyorum, mum ışığının üzerinde hafifce salınan sigaramın dumanında.Özlemle akan gözyaşımı tekrar yerine sokmaya çalışıyorum.Gerisi geriye gitmiyor işte, ne zaman, ne gözyaşı... Kalbimin gözyaşıyla buluşması, zamana yenik hayaller...
Uzağa dalıyor gözlerim, mum ışığından öteye, kalbimi acıtan duygularla oluşan kelimelerin mahremi esrarıyla...
Orhan Veli şiirleri dolaşıyor beynimde;
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,

Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?

Orhan Veli KANIK
Ah be Orhan ağabey, sevdaya mı tutulduk yoksa?
Kelimeler yitip giderken beynimden, acıyı, hüznü, sensizliği yaşıyorum.Hayallerde, rüyalarda buluşmak üzere...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Acılarla Varoluş


Hayatın acıları olduğunu kabul etmek istemeyiz.Her nedense! Hayatın temeli acı üstüne kurulu olduğunu anladığımda çok küçüktüm. Şimdilerde ise mazoşist olduğumu düşünderecek şekilde bunu kabullenmiş, acıların içinde mutlu olmaya çalışıyorum. Hayat acılar içinde mutluluğu aradığın varoluş süreci...
Öyle bir şey ki hayatın acıları, bazen tamamen acılara kodlanmış gibi hissettiriyor. Mazide ki güzel hatıralar bile acı verebiliyor insana. Mazide ki insanları özlemekten dolayı da olabilir, şimdi o yaşadıklarından çok uzakta olduğun içinde olabilir, olabilir de olabilir her türlü etkenden acı duyabilirsin. Bazı duygular tarifsizdir ama bazen duygularının özünü keşfetmeye çalıştığında acıyle yüzleştiğinde derin bir hüzün kaplar her yanını, derbeder şarkılarda bulmaya başlarsın kendini. Yaşam anlamsızlaşsa da yaşayacakların vardır, yaşamak istediklerin, hayallerin...
Bu kadar ahlam kesmişken, insan nasıl mutlu olur peki, her yanını acı sarmışken!
Mutluluk zannedildiği gibi uzakta olan bir durum değil. Mutlu edicek herhangi bir şeye de ihtiyaç yok aslında.İnsanın mutlu olmayı istemesi yeterli. Mutluluk insanın kafasında. Her şey aslında kafamızda; hayatı algıladığımız, anlamlandırdığımız şekilde. Hal böyleyse hayatı mutlu bir şekilde algılamak insanı mutlu etmeye yeter. Kimi insanlar görürsünüz, başlarına o kadar kötü şeyler gelmiştir ama hala hayata sıkı sıkıya sarılmışlardır ve bu sıkıntılarından kurtulmanın mutluluğunu yaşıyorlardır.
Anlattığım gibi basit olmadığını kabul etsem de, fazlasıyla da ahkam kestiğimin farkında olsam da son zamanlarda etrafımda ki insanların mutsuzluğu, hatta okuduğum bloglarda bile bir hüzün havası hakim olması, böyle ahkam kesmeye sürükledi.İnsanların mutlu olabilmesini istiyorum...
Mutluluğun zincirleme etkisiyle mutluluğuma mutluluk katmak istiyorum. Mutluluğumdan bir şeyler eksiltmesin hiç bir şey...
Rüzgarın tenini okşayışını hissetmek, güneş batımı veyahut doğuşunda ki renk oyunlarında çocuk olduğunu hayal etmek, yeni ümitler bulmak batan güneşin ardından doğacak yeni günde veyahut günün başlangıcında ki doğan güneşte...
Ne bileyim; yaşadığını hissettirecek her şeyle mutlu olabilmek işte. Mutlu olduğunuzu, her şeyin daha güzel olacağını düşleyin...
Dipnot olarak bu konuda bilirkişi değilim.Nacizane kendi düşüncelerimdir. Herkesin mutlu olabileceği bir dünya ümidiyle...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Seviyorum Sevmiyorum

Nil Karaibrahimgil, seviyorum sevmiyorum şarkısıyla yine kasıp kavuruyor. Şarkı kadar klibi de çok güzel.
Gezergen Ekibiyle yaptığı röportajda; pençelerin patileşmeden görüşmeyelim demiş arkadaşı :) Çok agresifmiş bu sıralar...
Tabii gönül isterdi ki böyle bir röportajı yapıpda, bir iki kelime bile olsa onun ağzından bir şeyleri burada yayınlayabileydim. İşte Nil Karaibrahimgil'in, Gezergen'le röportajı sürmanşet ilan edeydim.Malesef, hayal işte...
Yazı kendi sitesinden alıntıdır.Bu arada muhakkak girip dolaşılası bir site. Orjinal tasarımıyla, içeriği ile dolu dolu bir site; son klibi seviyorum sevmiyorum klibi baştan sona seyredebiliyorsunuz, yarımda olsa şarkılarını dinleyebiliyorsunuz, yaşamından kesitler sunduğu videoları, siteyi daha aktif hale getiren yazıları...

5 Mayıs 2009 Salı

İçimizdeki Sır

Bir Kızılderili masalında denir ki;
Kainatın yaratılışı tamamlanmış sıra insana gelmişti. Yaratıcı insanı yaratmadan önce bütün varlıklara seslendi: " insanlar hazır oluncaya kadar onlardan bir sırrı saklamak istiyorum. Bu sır, onların kendi yaratılış hakikatidir. Sizce bu sırrı nereye saklayayım?"
Kartal söz aldı: " Bana ver Allah'ım, onu aya götüreyim."
Yaratıcı "hayır" dedi, "bir gün gelir, oraya da giderler ve onu kolayca bulabilirler."
Som balığı "onu okyanusların derinliklerine gömeyim Allah'ım" diye teklif etti.
Yaratıcı "orada da rahatlıkla bulabilirler" cevabını verdi.
Buffalo "onu büyük düzlüklere gömeyim" dedi.
Ama yaratıcı yine "hayır" dedi. "Orada da kolaylıkla bulabilirler".
Yeryüzünün koynunda yaşayan ve maddi gözleriyle değil manevi gözleriyle gören köstebek söz aldı: "O sırrı insanların içine koy Allah'ım."
Yaratıcı , ta baştan, varlıklara sormadan önce zaten uygun gördüğü bu yöntemi köstebeğin dilinden duyduğu için memnun oldu ve öyle de yaptı. Yaratılışlarının sırrı, artık herbir insanın kendi içindeydi ve onu bulabilmek için çok çaba harcamaları gerekecekti.



Resim 1x'den alınmıştır. Fotografçı Lifeware'dir.

30 Nisan 2009 Perşembe

Şehir Efsanesi; Salıncakların Ruhu


Bizim buralarda bir şehir efsanesi vardır, salıncakların ruhu diye...
Günümüzden çok önceleri, 2. dünya savaşı sıralarında bir bölük alman askeri her nasıl olduysa resimde ki yere gelmişler.Buranın yerli insanları ve nerden geldiği belli olmayan bir grup alman askeri arasında arbede çıkmış.Küçük bir çocuk anlam veremediği bu arbededen hem korkuyormuş, hemde durdurmaya çalışıyormuş.En son babasının bacağına sarılmış ama babası çocuğunu düşünmeden düşman gördüğü askerlere saldırmak için üzerlerine koşturmuş. Yediği süngü darbeleri sonrası baba oracıkta ölmüş.Çocuk babasının cansız bedenine sarılmış bir şekilde "N'olur durun diye yalvarmaya başlamış". O an ki durum itibariyle bir an her şey durmuş. Herkes biz n'apıyoruz düşünceleriyle çocuğa bakıyormuş. O anın tanıklarının tarifine göre şeytana benzeyen bir alman askeri, süngüsünü koşturarak çocuğun kalbine saplamış. Süngüsünü sapladığı anda da çocuğun üstüne öyle bir gürültüyle yıldırım düşmüş ki göğün üstlerine düştüğünü sanmışlar. Her şey yanmaya başlamış ve kül olmuş. Olaydan canlı kurtulabilen 1 kişinin anlatımıyla günümüze kadar unutulmadan gelmiş. Her sene şubat ayının 10'uyla 20'si arasında buralarda garip olaylara tanık olunurmuş.Özellikle bu günlerde salıncaklara binenler garip şeyler görürmüş.Buraya ev yapılamamasından buraya salıncak konulmuş. Bazen salıncaklar gecenin bir yarısı kendi kendine sallanır. Temiz kalpli olanlar salıncaktakileri görebiliyormuş. Ruhların salıncaklarda yaşadığına inanan mahalle insanı hikayeyi salıncakların ruhu var biliyor musun diye anlatmaya başlar.
Benim geçen sene çektiğim fotografta çok sonralar farkettim, garip şekiller var.Dikkatli bakılması gerekiyor.
Resmin büyük halini üzerine tıklayıp daha net görebilirsiniz.

Gezergen Hayal Mahsülleri Ofisi

25 Nisan 2009 Cumartesi

Veryansın Alayına

Kaldırıma park eden arabalara...
(Altyapısı eksik yapılaşmamızda, belediyelerin her yaptığı otopark'ı alkışlıyorum.)
Yayayken, ehliyeti nerden aldın diye şöferlere veryansın edenlere,
Şöfer koltuğunda veyahut yamacında otururken de şu yayalarda yolda yürümeyi bilmiyorlar diyenlere...
(insanlık halidir diye hoşgörü gösterebilenleri alkışlıyorum.)
Kaldırımda kimsenin yürümediğini zanneden, ayaküstü muhabbet edenlere...
(Gel kenara deyip muhabbetin akışını hemen yan tarafta devam ettirip, kaldırımdan insanların geçmesini sağlayan insanları alkışlıyorum.)
Veryansınım gözümle gördüğüm yere en fazla 5 dakikamı alıcakken yarım saatte gitmemi sağlayanlara...
Araba yürümüyor bari, ayaklarımı kullanayım dedim, ne fayda! Kimisi kaldırımı parsellemiş konuşuyorlar, kimisi arabasını park etmiş, engelli koşu parkuru mübarek. Koş emrah, koş...
Bugünkü parkuru başarılı bir şekilde bitirdikten sonra Wipeout'da başarılı olabileceğim inancı geldi.Katılsam mı acaba?

24 Nisan 2009 Cuma

Hayatın Bir Saniyesi


Sorarım size;
Hayatımızın bir saniyesinde ki mutluluğu sonsuza yayabilir miyiz?
Havaya sıçradığımızda havada asılı kaldığımız o bir saniyeyi sonsuzluğa yayabilirsek, kuşlar gibi uçmuş olur muyuz?
Sevgiliye sarıldığımızda ki huzurun, mutluluğun bir saniyesini sonsuza yayabilirsek, sevgiliyle sonsuza kadar mutlu, huzurlu olunabilir mi?
Yaşamda kaçırdığımız bir saniyeleri toplasak, farkına vardıklarımızdan çıkarsak kendimizi yaşamış hissedebilir miyiz?
Yaşamın neresinde durursak o kaçan bir saniyeleri görebiliriz?
Bizi biz yapan anılarımızın toplam saniyesi çok uzun olmadığından mı, ölürken bunları anlık bir zamanda film şeridi gibi görürüz?
Oysa ben hayatımın her saniyesini son anımda izlemek isterken, anlık mutluluklara tutunarak yaşadığımın mı farkına varıcam?
Yaşamı çok uzun zannederken, kısalığının farkına varmak kaçırdığımız zamanı geri getirebilir mi?
İçim acır, kanayan bir yara olur kaçan saniyeler, yaşamak isterken delicesine...