18 Ocak 2011 Salı

Teknolojik Msn Konuşmaları

Resim Üzerine Tıklanıldığında Büyür. Büyüyünce Daha Rahat Okursunuz!!!
Üzerine tıklayamam diyenlere de resmin deşifre edilmiş hali : 
Hamdi Abi bana 50 milyar borç versene
Eski parayla mı 50 milyar
Yok be abi yeni parayla 50 milyar 
Hamza tünele giriyorum yazdiklarin kesik kesik geliyor
okuyamiyorum. Hamza Hamza ne yaziyorsun göremiyorum Hamza Hamza...
Abi o kadar paran var mı ki kaçiyorsun. O kadar paran vardı da 
bana ferrariyi çok gördüysen Hamdi Abi kardeşin değilim ben artık 
senin.

eheh he =D Espri yaptım, gülünüz lütfen.Gülmemekte ısrarlıysanız üzerinize Mete'yi salarım ( Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisini seyredenler anlamıştır.) Ben diziyi seyretmedim nedir, necidir diye soruyorsanız gugıl'a öyle bir geçer zaman ki mete yazın, karşınıza çıkacaktır.

Feci bir yazı oldu ama güzel oldu. =D 

11 Ocak 2011 Salı

Aç Bırakılan Ruhlar

Bedenimizi sürekli besliyoruz da, ya ruhumuzu!? 
Bedenimizi beslemek, mutllu etmek hiç sorun değil.En basitinden çikolata ye, serotonin hormonu salgıla mutlu ol. Ruhumuzu beslemek de bu kadar kolay olsa keşke.Hayatımızı zorlaştıran en büyük etken de ruhumuzu beslemek olsa gerek. Ruhumuzun gerçekliğini bile kabul etmekte zorlanıyoruz ki, beslemeyi düşünelim. Öncelikle ruhu kabul etmek, bizi insan yapanın ruhumuz olduğunu anlamak gerekir, derim. Belki ruhen mutlu olabildiğimiz şeyler çok fazla olmadığı için ruhumuzu mutlu etmekte zorlanıyoruz. Belki de ruhumuzun ne istediğini bilmiyoruz. Hep bedenimizin isteklerini yerine getirmekle uğraştığımızdan mıdır, bilmiyorum.
Ruhen mutlu olabilmek için en bilinen yol cinsellik. Ama her cinsel birliktelik ruha ulaşabilir mi? Tabii ki hayır.
Ruhuna ulaşabilecek, dokunabilecek, sevebilecek ruhlar çok fazla yok ne yazık ki. Ruhuna ulaşabilen ruhlar, özeldir ve senin ruhuna eşdir. Özel olmayan bir ruhla yapılan cinsellik, bedenlerin mutluluğundan öteye bir birliktelik olmaz. Kendi kendini tatmin etmekten de farkı yoktur aslında. Sayılara çok önem veriyoruz ya, belki sayısal değer kazandırır ya da belki anlık avuntularımız olur. Ama ruh her zaman aç kalır, her zaman bir başkasını aramaya devam eder ve bulamadıkca içimizde ki başka ruha ait boşluk sürekli büyür. Büyüdükce o boşluk bedeni bile içine çeker ve boşlukta yaşamaya başlarız, görünenin aksine. O ruhun sizin için özel olduğunu nasıl anlayacağınızı soracak  olursanız, çok ahkam kestiğimi düşünerek bunu hissedersiniz derim. Eve gelmek gibi bir duygu diyebilirim aslında. Eve geldiğinizde ki "evim evim, güzel evim" dedirttiren duygular gibidir derim. Zaten hep sizinleymiş gibi, hiç onsuz olmamış gibi hissedersiniz. Bedeninizin bir parçası gibidir. Diyorum ya hissedersiniz, sevgisini bile hissedersiniz. Sevgisine dokunursunuz. Dokunduğunuz işte ruhudur aslında. Ne yazık ki cinselliği rahat yaşayabilen toplumlarda da, tabulaştırmış, yaşayamayan toplumlarda da ruhlar bu konuda hep açlar. Cinselliği rahat yaşayanlar, kendileri için özel olan ruhu arama çabasına girmiyor. Cinselliği yaşayamayanlar ise özel ruhu arama imkanları olmuyor. Aç bırakılan ruhların da insan olmasını bekleyemezsiniz aslında. Bedeni insanlaştıran, ruhudur...
Bu yüzden tevekkeli, mütemadiyen insan olabilmenin ilk aşaması kadın ve erkeğin bütünlüğünden geçtiğini söylemişimdir. Lakin ilk defa yazıyorum. Sadece kadın veyahut erkek olarak aslında insan olmamamız mümkün olamaz derim, nacizane fikrim olarak.
Ruhu beslediğini düşündüğüm bir de müzik var. Ruhuna hitap eden müzikleri dinlediğinde ki mutluluğun ruhu beslediğini düşünürüm. Ruhun açlığını zaten en çok müzikle bastırırız. Bu konuda da hatalarımız olduğunu düşünerek tabii. Bedene bir şeyi ne kadar çok verirseniz nasıl ki zehir etkisi gösterir, aynı bu şekille müzikle çoğumuz kendini zehirler durumunda. Kendimiz için yanlış müzik seçimleriyle de zehirlendiğimizi düşünüyorum. Ruhumuzun ihtiyacı olan mutluluğu veren müzik doğrudur derim, yine nacizane fikrim olarak.
Ruhu beslediğini düşündüklerim:
Sosyal ilişkilerimiz; ailemiz, arkaşlarımız v.s.,
Sanatçılar; Ürettiklerinin en azından bir tanesi illa ki birimizin ruhuna dokunmuştur.
Özet olarak; aşk ve sevgi ruhsal kavramlardır, aslında. Bedenselleştirdiğimiz için anlamını yitirmiş, hatta yokolmuş durumda.


Yazıma editoryal çalışma yapmadan yayınlama kararı almış durumundayım. Geriye dönüp okuduğumda yayınlamaktan vazgeçebilirim korkusu sardı çünkü. Anlattıklarım tamamen şahsi fikrim olup, yazdıklarım kendimi bağlar. Ben sadece düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Bu başlık aslında üstü kapalı bir anlatımla yazılmış şiirsel bir yazımın başlığıydı. Fakat o şiirde neler düşündüğümü anlatmak, daha anlaşılır olmak, daha doğru olacak diye düşündüm. Belki bir gün şiirsel yazısını da yayınlarım.

7 Ocak 2011 Cuma

Ben Yine Bir Şey Buldum

Yeryüzünde kullanılan dillerin literatüründe kayıtlı olan bütün kelimeler, öyle ya da böyle yazıldı, söylendi. Kelimelerin hepsiyle farklı farklı cümleler oluşturuldu. Ama öyle bir durum söz konusu ki, bu kelimelerle daha önce hiç oluşturulmamış bir cümle var ve ben bu cümleyi buldum...
...
...
...
...
...
Tebrik ediyorum kendimi, başarılarımın devamını diliyorum =D

3 Ocak 2011 Pazartesi

Lhasa De Sela

Yalnız olmadığımı hissettiren ses, içimde ki hüznün sesi, yüreğimi okşayan ses, karanlığımı aydınlatan ses, gecenin hüznünü paylaştığım ses Lhasa De Sela...
Dönmemek üzere gideli bir sene oldu.
En kötüsü dünyadan göçtü göçeli dinleyemez oldum...Dinledikce sesini yüreğim darlanır oldu. Keşke o resminde arkana bakmasaydın, o zaman belki ardından bakakalmazdım...
Sesine özlemle ismini yaşatmak için...

Lhasa de Sela
(27 Eylül 1972 – 1 Ocak 2010), ya da bilin en ön adıyla Lhasa, ABD'li şarkıcı ve besteci.
Resmi Sitesi : http://lhasadesela.com
Geçen sene ki yazım : Ağlamaklıyım Son Günlerde


31 Aralık 2010 Cuma

2011'e Giriyorum

Ben her sene girerim zaten, yeni bir yıla. Benim için çok yeni bir şey değil bu durum. Gelen yeni yılın önce kıçını kaldırır, gönderirken kıçına bile bakmayız. Hayat böyle işte...
Her sene yeni yıla girerim dedim ya daha önce yazdıklarımdan farklı düşünmüyorum. 2010 için bunları, 2009 için bunları yazmışım.
Aslında fazladan o kadar çok şey yazılabilir ki...
Ama bunun yeni bir şey olmadığını anlatabilmek istedim hep. Rakamların değişmesi hayatınızı değiştirmeyecek. Siz rakamlara özel anlamlar yüklüyorsanız o ayrı tabii. Yüklediğiniz anlamıyla, hayatınıza etkisi olacaktır tabii ki de. Hayatın süre gelen düzeni değimeyeceğini anlatmak istedim işte. Öyle el bebek gül bebek karşılamaya gerek yok yani. Ülkemizin içinde bulunduğu durum itibariyle de her türlü eğlenceye karşı olan ben, 2011'e önce bir bacağımı sokacağım, baktım girebiliyorum, komple girerim. Giremezsem 2010'da yaşamaya devam.
Ne var Ülkemizin durumunda diyorsanız, şehitler var, işsizlik var, açlık var, bölünme korkuları var... Daha çok şey var da bu kadarı bile yeter.
Geride kalan zamanda, yitirilmiş, yaşanmış güzelliklere özlemle 2011 hiç kıçını kaldırmayacağım. Güzel hatıralar bırakırsan o ayrı. 1 sene sonra el bebek gül bebek uğurlayacağıma şimdiden taahhüt ederim.Ama daha gelmeden biliyorum ki acıları daha da katlayacaksın. Eğlenmesem de zorla mutlu olmaya devam...

26 Aralık 2010 Pazar

2010'un En Hayvan Hayvanları

İşte karşınızda 2010'un en hayvan hayvanları
2010 için düşüncelerini öğrenmek istediğimiz kedimiz Mete'nin alayımıza söverken ki halleri pek bir hayvancaydı. En hayvan sıralamamızda 3. sırada yerini aldı.





3.lüğü kedi Mete'yle paylaşan Rontgenci Coşkun. Objektifimize takılan R.C.'nin bu halleri pek bir hayvancaydı.






2. sıramızda kedi kazım var. Niye bu kadar hayvanlık yapıyorsun diye sorduğumuzda, önce pek bir felsefikdi aslında. Sonra çıldırarak, 2010'a bacağım girsin, 2011'de size gibi laflar sarf ederek, muhabirimize saldırmaya başladı. Hiç yakışmadı, Kedi Kazım, Hayvansın...






 1. sıramızı Kötü Kedi Şerafettin, namına yakışır kötülükle kaptı. K.K. Şerafettin'e bir şey sormaya fırsat bile bırakmadan muhabirimize dalmaya başladı.
Bu anları fotograflamayı başaran foto muhabirimizi tebrik ediyoruz. Hayvansın K.K. Şerafettin, hem de çok hayvan...

21 Aralık 2010 Salı

Işık Olmazsa Karanlık Sarar Bedenimi

Bütün gece salaş bir meyhanenin ucra köşesinde nasıl terkedildiğimi, ayrılığımızdan bu yana geçen düşünceli bir haftanın bütün acılarından nasıl kurtulurum diye düşünüp durdum. Nasıl silebilirdim yaşananları hafızamdan? Peçeteye acımı azaltır diye şiir yazmaya çalışıyordum;
"Işık olmazsa karanlık sarar bedenimi
Karanlıkta bedenim, beni duyan kulaklara fısıldayan ses olur sadece..."
yazabilmiştim tüm gece. Meyhaneci tezgahının arkasından "defol git" demek isteyen "kapatıyoruz bilader" diye seslendiğinde yola koyuldum. Ayaklarım nereye götürürse oraya gidecektim. Ayaklarım doğruca sevgilimin şimdi ki evine götürmüştü beni. Taşınmasına yardım ederken verdiği anahtarla açtım kapısını. Benden ayrılmasına yardım etmiştim, kendi ellerimle. İçeri girer girmez,
"Kalk yatağından...
Kalk bakalım yatağından, bir başkası var diyerek dürüst davranıp, beni aldatmadığını söyleyen eski sevgilim, kalk..." diye haykırmaya başlamıştım.
Yattığı odasının ışığını yaktı telaşlı bir şekilde ama tuttuğum gibi kolundan yatağa fırlatıp, ışığı söndürdüm.
"Karanlıklarımı kuşandım yine bu gece
Koskoca dünyayı yokettim karanlığımla
Sadece haykırışlarımın sesiyim beni duyan kulağında
Kulağını tırmalıyorum aslında, gıcırtıyı duyabiliyor musun?"
-Sarhoşsun sen
-...Ne sarhoşuyum?
-Lütfen, sen benim tanıdığım adam değilsin! diyen ağlamaklı sesi...
-Beni duymuyorsun galiba koskoca dünyayı yokettim karanlığımla,
etrafına bak nerde dünya, nerde? Sevdiğim yoksa, bu dünya da yok. Seni sevmiştim...
-Sen yalnızlığını seviyordun, beni değil!
-Ben diye bir şey yok artık, bitti. Şu an duyabildiğin bir ses bile olmayacağım birazdan.Bana eşlik eder misin?
Bir el silah sesi, biraz sessizlik, apartmanın merdivenlerinde karmaşanın sesi, bir el daha silah sesi ve son çıkardığım ses, yere düşen bedenimin patırtısı ve silahın tangırtısı. Artık bir ses bile değildim...

19 Aralık 2010 Pazar

Yeni Bir Bilgisayar Oyunu

Oyun uçakta başlıyor. Uçakta paraşütle atlama yapıcaz.Paraşüt açıldı, açıldı... Açılmadı canlarınızdan 1 can gidiyor ve bu aşamayı (level) ya geçiyorsunuz ya da sonlanıyor (Game Over).
Sonra ki aşama denize tüpsüz dalış. Dalabildiğiniz kadar dalıyorsunuz. Minimum 200 mt. :D O basınca dayanabildiyseniz, vurgun yemeden su üstüne çıkmada sıra. Kısaca bu bölümde kesinlikle hak kaybediyorsunuz. Bir sonra ki aşamaya geçmek için oyun size bu bölümü bir çok defa oynatabilir, sonlandırabilir(Game Over) veyahut oynamaktan vazgeçebilirsiniz(Exit).
Sonra ki aşama, arabayla 5 mt. yüksekliğinde 10 mt. kalınlığında ki duvardan atlama. Atlamanız için düzenlenilmiş pist tamamiyle düz olucak tabii. Zorluk derecesi tavan yani. Bu bölüm başladığında arabanın hızı saatte 200 km. ile başlıyor. Ayrıca arabanın freni bozuk ve direksiyonu kitli. Zorluk derecesi tavanın üstü, tavan arası hatta çatı durumu yani.Dümdüz duvara doğru gideceksiniz ve arabayı duvarın üzerinden uçurmaya çalışacaksınız. Çok zevkli bir bölüm olacağı kesin. Bu bölümü de oyun size bir çok defa oynatabilir, sonlandırabilir(Game Over) veyahut oynamaktan vazgeçebilirsiniz(Exit).
Son aşama eşekle bir yerden bir yere gitme. Son bölüm zorluk derecesi diğer bölümlere göre çok kolay ama eşeğin inadı tutarsa bu bölümü tamamlamak için çok senelerinizi harcamanız gerekebilir. Bu bölümde eşekten düşmezseniz, eşek tepmezse hak kaybetmek çok zor ama genelde vazgeçme (Exit) yoluna gidilebilir. Vazgeçmemenizi tavsiye ederim. Bazen oyun size at yollayabilir. Yakaladınız mı bu bölümü rahat tamamlarsınız.
Oyuna hitaben; ne kadar hayatın içinden bir oyun senaryosu oldu di mi? Hepimiz bu hayatta uçaktan atlamışcasına hızlı yaşamışızdır ve belki paraşüt açılmayıp çakılmışızdır ya da paraşüt açılıp kurtarmışızdır.
Sonra ki aşama; hayallerimize dalarız, imkansızları düşleriz. Öyle de güzeldir ki hayallerimiz bizi içine çektikce çeker. Kurtulmaya çalıştığında gerçekler vücudunda vurgun yemiş etkisi yaratabilir.
Hayallerimizde yaşamıyorsak, onları gerçekleştirmek için uğraşıyorsak... Duvara toslamaya sebebiyet verecek kadar imkansızı hayal etmiş olabiliriz. Hayallerimizi gerçekleştirebildiysek zaten o arabayı duvardan hoplatabilmişinizdir.
Bütün bu olumsuzlukları yaşadınız ve emin adımlar atmaya çalışıyorsanız eşeğin tepesindesinizdir demek ki. Belki bir adım bile atmaz, belki az da olsa ilerlersiniz, belki atı yakalar rahata kavuşursunuz.
Yaşam da hepimiz buna benzer durumları yaşıyoruz ama bazıları bu oyunu kırmayı (hacklemeyi) başarabiliyor. Oyunu dediğim, anlattığım mantıkta tekrar okuduğunuzda oyun daha bir anlamlı, daha bir manidar geleceğini düşünüyorum.
Netice hayat denilen oyun ne kadar zor olsa da, oyunu oynamak kadar zevkli, heyecanlıdır. Sadece bunu hissedin...